Farkındalık Yeter mi? - Düşünmenin Derinliği
Zihnini gözlemliyorsun. Peki ya zihnini sorgulamak?
Günümüzün kişisel gelişim ve farkındalık dünyasında sıkça duyduğumuz bir kelime var: “FARKINDALIK”
Meditasyonlar, podcast’ler, atölyeler… Her yerde “daha farkında” olmanın önemine vurgu yapılıyor.
Peki, farkındalık tek başına yeterli mi?
Bu yazıda, iki kavramdan bahsedeceğim: öz farkındalık (self-awareness) ve öz yansıtma (self-reflection)
İkisi aynı gibi görünse de, aslında oldukça farklı işlevlere sahip. Ve bu farkı bilmek, kişinin kendini tanıma yolculuğunda belirleyici olabilir.
Öz Farkındalık: Benliğin Şu Anını Gözlemlemek
Öz farkındalık, zihninin şu anda nelerle meşgul olduğunu fark etmektir.
Ne hissediyorsun? Ne düşünüyorsun? Bedensel duyumların ne söylüyor?
Psikolog Shelley Duval ve Robert Wicklund’un (1972) geliştirdiği Objective Self-Awareness Theory’ye göre, kişi kendine dışarıdan bir gözle bakabildiğinde öz farkındalığa ulaşır. Bu, “ben” dediğin varlığın bir bakıma hem öznesi hem de nesnesi olmaktır.
Nörobilimsel olarak bu süreç, beynin ön singulat korteksi ve prefrontal bölgeleri ile ilişkilidir. Öz farkındalık, içsel deneyimlere dikkat vermeyi mümkün kılar ve tepkisel davranışları duraksatır.
“Öz farkındalık, bilinçli yaşamın başlangıcıdır.” - Antonio Damasio
Öz Yansıtma: Kendine Dair Düşünmek ve Anlam Kurmak
Öz farkındalık, “Ne oluyor?” sorusunu sorarken; öz yansıtma, “Neden böyle oluyor?”, “Bunun anlamı ne?” sorularını sorar.
Öz yansıtma, yaşantıların ve duyguların üzerine düşünmektir. Anlamlandırmak, içsel bir düzen kurmak ve belki de yönünü yeniden belirlemektir. John Dewey’e göre (1933), bu reflektif düşünme kapasitesi, insanı sadece bilen değil, düşünen, tartan ve seçim yapan bir özneye dönüştürür.
Ayrıca gelişimsel psikolog Dan McAdams’ın öz-anlatı kimliği (narrative identity) kuramına göre, bizler hayatımızı anlamlı hikâyelere dönüştürdükçe kimliğimiz şekillenir. Ve bu da öz yansıtmanın tam merkezidir.
O zaman şunu söyleyebilir miyiz?
Öz farkındalık anlıktır. Öz yansıtma ise, zamanla derinleşir. Bir anlamda, öz farkındalık bir kapıdır, ama o kapıdan geçip içeri girmek, hikayeye bakmak ve o hikayeyi dönüştürmek, öz yansıtmanın alanıdır.
Hayat Beni Felsefeye Yaklaştırdı
Kendimle ve hayatla ilgili gözlem yaptıkça ve düşündükçe, hayat beni adım adım felsefeye yaklaştırdı.
İlk başta, bazı soruların peşine takılmak oyun gibiydi. Ama zamanla şunu fark ettim:
Bir konuyu derinlemesine anlamak istiyorsam, onun felsefi arka planına bakmak iyi gelmeye başlamıştı.
Kendini tanımak, düşünceyi anlamak ve yaşamı sorgulamak arasında görünmez bir bağ var.
Ve bu bağ ile düşüncenin iç yüzüne dair keşifler yaptığım, zihinsel alışkanlıkların izini sürdüğüm, felsefeyi bir yaşam rehberi gibi kullandığım güzel bir yolculuktayım artık.
O zaman “Kendini bilmek” mevzusuna bir de kısa bir felsefi bakış yapalım.
Kendini Bilmek Ne Demektir?
Antik Yunan’da, Delfi Tapınağı’nın kapısında şöyle yazılıymış: Gnothi Seauton —Kendini bil.
Bu söz, bir çok yunan bilgesine atfedilmiş. Bunlardan bir tanesi de Sokrates.
Sokrates’e göre bu, etik bir yaşamın başlangıç noktası. Çünkü insan, ancak kendini tanıdığında hakikate yaklaşabilirdi.
Heidegger ise insanı, “varoluşuna dair soru sorabilen tek varlık” olarak tanımlar. Yani sadece yaşamakla kalmaz, yaşamanın ne olduğunu da sorgularız. Ve bu sorgulama, bizi yüzeyden derinliğe, tepkiden anlamaya götürür.
“İnsan, kendisini fark etmekle kalmaz; fark ettiği üzerine düşünebilen bir varlıktır.” der Kant.
Bugün ne hissettim?
Neden böyle hissetmiş olabilirim?
Bu his bana ne anlatmak istiyor?
Bu sorular her an cebimizde olsa ve gün içinde ihtiyaç halinde kullansak, acaba hayatımız nasıl olurdu?
Acaba zamanla zihnimiz sessizleşir miyidi? Ya da tepki vermeden önce durup düşünür müydük? Ya da kendimize biraz daha şefkatli olabilir miydik?
İçsel sessizlikle başlayıp anlamla derinleşen bir farkındalık mümkün.
Yeter ki, düşünelim. Düşünmeyi bırakmayalım.
Bugün fark ettikleriniz üzerine, biraz düşünmeye ne dersiniz?
Çok sevgiler,
Hülya