Zaman, bir dans partneri gibi. Bizi mi sürüklüyor, yoksa biz mi ona adım uyduruyoruz?
Ve belki de bu karşılıklı hareket hali sayesinde, zaman tüm insanlığı ortak bir paydada buluştururken, aynı zamanda da herkes için bambaşka akıyor.
Zamanı durdurmak, hızlandırmak, eğmek, bükmek, içinden geçmek, bazen teğet geçmek, bazen üzerinde olmak size nasıl geliyor?
Peki, bu gizemli dansın ritmini birlikte araştıralım mı?
Zaman herkes için aynı mı?
Zaman, akrep ve yelkovanın ötesinde koca bir muamma.
Saatlerle, takvimlerle onu kontrol ettiğimizi sanıyoruz, ama o, zihnimizde ve duygularımızda yeniden şekilleniyor.
Mutlu bir an su gibi akıp geçerken, kaygılı bir bekleyiş bir ömre dönüşebiliyor.
Araştırmalar, serotonin gibi beyin kimyasallarının zaman algımızı etkilediğini gösteriyor.
Düşünsenize; aynı 10 dakika, iki insan için nasıl bambaşka zaman dilimleri olabiliyor?
Ve hatta karşılıklı kahve içen iki insan hangi sebeple, aynı anın içinde ya da üzerinde aynı anda var olmayabiliyor?
Zamanın dönüştürücü gücü
Bedenlerimiz yer çekimine malesef karşı koyamazken, ruhumuz paha biçilmez deneyimler, geri gelmeyen kayıplar, karşılığı olmayan kazançlar ile eşsiz bir büyüme yolculuğu yaşıyor.
Biz bu yolculuğu “zaman”ın üzerinde yaparken, bu “büyüme” zaman sayesinde mi oluyor?
Mesela, yüzünüzdeki çizgilerin, bedeninizdeki katılaşmanın sebebi “zaman” mı, yoksa bedeninizde hapsolan “duygular” mı?
Yıllardır kendiyle büyük bir şevkle çalışan biri olarak, kendi yanıtımı vereyim.
“Duygular”
İnsanlar yaş aldıkça her şeyi zamana bağlarlar, ama çoğu zaman olan şey sadece “geçen zaman” değildir.
Bedeni yoran, yüzü yaşlandıran, içten içe enerjiyi çeken şey bastırılmış, tutulmuş, işlenmemiş görülmeyi bekleyen duygulardır.
İnsan kendiyle çalıştıkça, bedeninde hapsolan duyguları serbest bıraktıkça, bedeni de esner, yüzü de ışıldar. Çünkü beden kimyası değişir.
İşte burası hem çok zor, hem çok basit. Biraz değişik…
Geri dönmek ister miydim?
Bazen soruyorum; 30’lu yaşlarıma geri dönmek ister miydim?
Evet.
Ama bir şartım var: yıllardır tırnaklarımla kazıyarak elde ettiğim bu büyümeden zerre geri vermeden.
Yani, bu zamanda yaptığımız yolculukta duyguların yok edici yanı, gençliğimizi alıp götürse de, bugünkü varoluşumun hiç bir yapı taşını geri vermek istemiyorum.
Bu ne yaman çelişki değil mi? Ama öyle.
Anı yaşamak mı, anı inşa etmek mi?
Sıkça “anı yaşamak”tan bahsediyoruz. Peki, bu o kadar basit mi?
Eğer dikkatimiz geçmişteyse, zihnimiz zamanda geride kalıyor. Gelecek kaygısıyla doluyken de, sanki zaman bizi yaşıyor.
Zaman ile aynı anda var olabilmek mümkün mü?
Belki de bu farkındalıkla başlıyor, bedenimizde, zihnimizde olup bitene kulak vermekle.
Anı yaşamak, aslında anı inşa etmekle başlıyor.
Zaman ile dans etmek
Zaman, belki de ne bizim yaşadığımız, ne de bizi yaşayan bir şey.
O, bizim zihnimizde her an yeniden doğan ve bizi her an yeniden doğuran bir şey bence.
Bazen hatıralarda, bazen umutlarda, bazen de şu anın tam kalbinde.
Ya da belki bir dans…
Ve bizler de hala bu dansın ritmini yakalamaya çalışan birer dansçı…
Sizce?